15 Kasım 2013 Cuma

Açılma Hikayem -4-

“Gelirim”
“Söz mü?”
“Söz”
“Erkek sözü mü?”
“Erkek sözü”
Erkeklik esastı coğrafyamızda. Erkek sözü verir, erkeğe yakışan oyunlar oynardık. Erkek, mutfağa girmez denirdi, girmezdik… Erkekliğin bu denli vurgulandığı bu coğrafyada, erkek gibi davranmak için elimizden geleni yapardık. İstemeye istemeye futbol maçları, millet anlamasın diye anlattığımız, heteroseksüel sex hikâyeleri vardı!

Hayatı, istemeye istemeye yaşıyorduk aslında.
Gene o gün, saklanarak yaşadığım bu hayattan kurtulur da, ailemin beni kabul edip, özgür hayata geçerim umuduyla açıldım işte ben…

Hayat düşüncelerim kadar mükemmel değildi.
Gelecekten gelen bir söz kafamı bulandırdı, aslında geçmişe aitti. “El alem ne der yavrucuğum?”
Doğru bir soruydu. Ya el alem ne derdi? Hayat, zaten el alem için yaşanan, kendi benliğinin olmadığı bir olguydu dimi?  Şu hayatta elalem için yaşıyorduk bir nevi…
-----
Kafamda dep deli sorularla odamda yatıyordum. İçimden –ta kalbimin en derinlerinden-  ailemin beni anlayacağı ve “Sen bizim oğlumuzsun. Bu gerçek bunu değiştirmez” demesi geliyordu. Birde beynimin fikri vardı. “Onlar seni sen olduğun için değil. İdeallerindeki sen olacağında sevecekler” diyordu.


Odamdan çıkıp, salonda televizyon izleyen babamın yanına geçtim. İkimizden de on dakika çıt çıkmadı. Kararlıydım. Beni kabul etmelerini istiyordum. Hayatta kimse için değil, kendim için yaşamak istiyordum.
On dakikanın sonunda cahil cesaretim tavan yaptı. Bir anda, bir çırpıda söylemeliydim ki reaksiyonu az olmalıydı. Babam televizyona bakıyordu…

“Bana söylemek istediğim bir şey var mı baba?”
“Yok! Senin söylemek istediğin bir şey var mı?”
Baba, ben eşcinselim! Erkek bedenini seviyorum, ona ilgi duyuyorum. Sen nasıl kadınları seviyorsan bende erkekleri seviyorum. Toplumda böyle bir sürü insan var, ama korkuyorlar, ortaya çıkamıyorlar…”

Anlamsız ve boş bir suratla babam bana bakıyordu. O boş bakışların altında aslında ağlayan bir göz ve o gözü kapatan kocaman bir maske vardı. Çok geçmeden o da düştü. Babam ağlamaya başladı…

Kısıkça bir sesle,
“Uuf, Allahım, El alem ne der, Keşke şu an ben ölseydim”
Dedi. Ve bitmeyecek bir hikayenin kapılarını sonuna kadar açtı…


“Neler ummuştuk oysa
  uzun seferine çıkarken
                alacakaranlığında

                               BİLİNMEZLERİN”*

*Ayşe Kulin "Saklı Şiirler"-'Hasret'

8 Kasım 2013 Cuma

Açılma Hikayem -3-

Yoruldum...
Önce gerçeğimi kendime kabul ettirirken yoruldum! Sonra gizlerken... Daha sonra yüzleşirken... Kendim olmaya hakkım olduğunu anladığımda... Kendimle barışırken... Gerçeğimi başkalarına kabul ettirmeye çalışırken... Benim gibi binlerce, on binlerce insanın var olduğunu öğrenirken... Yoruldum!”**


Karşımda duran babamın yüzüne bakıp, haykırmak isterken buldum kendimi. Bunda anormal olan ne vardı ki? Benim için hakikat, gerçekti oysa…

Bana arkadaştan öte olan insandı, Gizem… Babamla salon konuşmamızın ertesi günü onu aradım. Dersteydi, açamadı. O gün ne kadar yalnız hissettim kendimi bilemezsiniz. İlkokul 2-3 civarında anlamıştım bendeki bu farklılığı. Korkmuştum kendimden, daha ne olduğunu bilmediğimden Allah’a hıçkıra hıçkıra dua etmiştim “Al içimdeki beni” diye. Daha Allah’ın ne olduğunu, kim olduğunu bilmeden, sadece yalvarmıştım günlerce... Allah benliğimi benden almadı. Tanrının kutsal ruhu dedi, bıraktı.

İlkokul ve ortaokul yıllarımda pek parlak geçmedi, minnacık çocuklar sanki anlamış gay olduğumu da bilmiş gibi hep bir ağızdan olmadık hakaretler ettiler.

İkinci kez aradım açmadı Gizem. İşte o an ilkokul çağıma döndüm. Yıllar sonra hiç olmak istemediğim bir zamana; ilkokul çağına… Yalnız benle tanıştım. Bir sürü arkadaşı olan yalnız benle…

Akşam okuldan sonra eve gittim, üzerimde kocaman ağır bir baskı… Apartmana girmeden, hemen yanındaki bir taşa oturdum. Gene Gizem’i aradım, nafileydi. Eve girmek istemiyordum. Üzerimde hissettiğim bu ağır baskı, itilmişlik ve dışlanmışlık hissi girme diyordu apartmana.

Ailem beni ben olarak görmüyor, uyuşturucu kullanan, gay barlarda takılan gay olmayan bir mahlukat olarak görüyordu. Bu ithamlar bir yere kadar kabul edilip, yenilir yutulur bir hal alabilirdi ama orada dikkat edilmesi gereken nokta ailemin beni ben olduğum için değil, hayallerindeki ben olduğum için sevmeleriydi.
Tüm cesaretimi toplayıp, apartmana girdim. İstemeye istemeye asansöre binip çıktım yukarı. Bugün ki sabah salon konuşmasının kritiği yapılacaktı illaki. Aileme yalan söylemek istemiyordum, onları  kırmak, suratlarını kızartacak hareket yapmak istemiyordum.


Onların bana dediğine göre çevreden şurdan burdan beni gay barda görenler varmış. İlaçlarımı yakalamışlar falan…  Bunların tamamen bir uydurmaca olduğunu taa o zamandan anlamalıydım ama anlayamadım işte.
Annem üzerimde baskı kurmak için babamı fişekliyor ve hiç layık olmadığım sıfatlarla beterin beterini söyletiyordu ki, ‘durum aslında o kadar beter değil ben sadece eşcinselim’ dememi bekliyordu. Ben bunu çok geç anladım ama oynanan oyun tam bir psikolojik savaştı…

Beterin beterini üzerine post gibi giymektense sadece betere razı olmaktı bana düşen…
İçeri girip odama sinmiştim. Birkaç arkadaşa mesaj attım. Bedenim o kadar ağırdı ki yerimden kalkacak halim yoktu.

“Abi merhaba ben ******, durumlar karışık. Bizimkiler benim uyuşturucu kullandığımı ve gay barlarda takıldığımı söylüyorlar. İftira atıyorlar. Kendilerine de iki –üç iftiracı kocakarı bulmuşlar, beni sıkıntı altında bırakıyorlar, noolur bir şey de, kimseyle konuşamıyorum ve iftiralar üzerimde kalacak.”

Mesaj buydu. Yığılmış bedenimin artık sakinleşmeye ihtiyacı vardı ama kalbim küt küt atıyordu. Ağır bedenimi o yataktan kaldırmak çok çok çok zordu…


Gıcık gibi kimseye ulaşamadım nihayet biri mesaj attı…

Neden benim bu saçma yaşanmışlıklarımı okuyasınız ki? Sizi değerli kılanda bu işte karşılıksız sevginiz.. Gerçekten zaman ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim. 4.bölümün devamını da okuyun lütfen. İşler karışacak..

**Ayşe Kulin Bora'nın Kitabından

7 Kasım 2013 Perşembe

Açılma Hikayem -2-


1. Bölümden hatırlayacağınız üzere duştan çıktıktan sonra babamı salonda otururken buldum. Bornozla salona gelen ben, o an anladım işte, bir şeylerin kötü gittiğini…

“Hadi üstünü giy de gel konuşalım” dedi babam. Üstümü büyük bir tereddüt ve korkuyla giyindim. Komodinin üzerine koyduğum telefona ilişti bir ara gözüm, bir sürü çamaşırın arasında ters dönmüş bir telefon… Bir anda bende şimşekler çaktı tabii “remember remember the fifth of remember” oldum… Ben o telefonu ters koymamıştım ki! Babam telefonumu kurcalamıştı, açık, net.

Salona geçtim. Babam bana bakıyordu, pek melüldü, sakin sakin “otur” dedi.
“Oğlum, biz aile olarak pek fazla bir şeyi paylaşamadık seninle, okuldan gelip doğru odana geçiyorsun, telefon elinden düşmüyor. Korkuyorum… Geçen annenle konuştuk, uyuşturucu aldığını ve gay barlara gittiğini söyledi, eve de geç geliyormuşsun. Bunları konuşmalıyız. Uyuşturucu içiyor musun?” diye bir konuşma geldi babamdan. Hayatımda aklıma Ankara’da gay bar olabileceği veya oraya gideceğim hiç geçmezdi. Bu neyin nesiydi şimdi? Sigara bile içmeyen ve hatta sigaradan nefret eden ben, neden böyle bir töhmetin altında kalıyordum ki? “Bakalım bunun da kokusu pek yakında çıkar” dedim ve gelen konuşma sırasına yanıt vermek adına konuşmaya başladım.

“Baba neden böyle bir düşünceye kapıldınız bilmiyorum ama hayatımda uyuşturucu nedir bilmem ve hiç de gay bara gitmedim” dedim. “Annemi bilirsin biraz abartır. Geçen konsere gittik, ondan geç kaldım. Eh o kadar da sosyal hayatım olsun ama dimi?” diyerekte suçsuz olduğuma inanmasını umdum. Hani gerçekten de suçsuzdum, hayatımda bir kere bile uyuşturucu kullansam ve ya gay bara gitmiş olsam içim acımayacaktı. Bu ileriki konuşmalarda bana bir zırh olacaktı emindim.

“Burutus, gay arkadaşlarınla mesajlaşıyorsun, onlara taktikler veriyorsun, telefonunda bir sürü erkek resmi var. Neden o insanlarla konuşuyorsun? Sana ne onlardan? (ağlayarak) Oğlum beni korkutuyorsun...”
Babamın ağlama konfigürasyonuna ek olarak ne diyeceğimi bilemedim. Ben sadece o insanların aktivistiyim diyebildim ve o zaten benim lafımı hemencecik böldü:

“Oğlum böyle tercihlerin mi var?”

“Hayır yok” diyebildim anca, sonuçta yanlış gelen bir soruydu. Bu işin bir tercih olmadığını, kimse böylesine zorlu bir hayatı tercih edemeyeceğini anlamalıydı. Yalan söylemediğim için içim rahattı ve “Hayır yok” diyerek olayın kapanacağını umdum ama hiç de öyle olmadı…

Bu olay ve peşi sıra gelen olaylar daha karmaşık dönemlere ve depresyonlara gebe idi…

3’ü bekleyin bebişlerim …

Sevgiler pıtırcıklar. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Koccamaaaan Öpüldünüz. Muaaah

6 Kasım 2013 Çarşamba

Açılma Hikayem _1_

My Comming Out Story...

Çok çok eski zamanlarda ki küçük bir kas gevşeticinin, tarihe gömülmüş bir salaklığın size nelere mal olacağını asla bilemezsiniz…

Efendim yıl 2011 mi 2012 mi ne. Anneciğim odama gelmiş, masamın üstünde bir küçük ilaç görmüş. Bana sormuş, “Burutus bu ne” diye, bende “çekiyorum anne, uyuşturucuya başladım” demişim. Hikaye böylece başlamış.

Çok sevgili anneciğim buna inanmış. İnternetten araştırmış ve üzerindeki simgelerden bunun extasi olduğuna inandırmış kendini. Tabiki o ilaç extasi değil, benden şüphelenen annemin hançerli koruma kılıfı o ilaç.
Tabi bunu annem yememiş içmemiş babama yetiştirmiş. Babamda gizliden gizliden 1 yıl boyunca beni araştırmış.

1 yılın sonunda bir gün odama gelen babam, çalışma masamın koltuğuna oturup; “Hadi kalk da duşa gir Burutus” diye yanıma geldi. Ben, sıradan bir gün de nasıl yapıyorsam, yataktan kalktım, duşa girdim. Hay salak ben, şifresinin bile olmadığı telefonumu o oda da bıraktım yaa la!


Tabi girmiş telefonuma, hemen de kurcalamış! Hemencecik de galeriye bakmış zaten. Erkek resimlerini görmüş, arkadaşlarla mesajlaşmalarımızı da okumuş. Kafası karışan babamı, sakinlik ve sükünetini bozmadan, kafasında deli sorularla salonda otururken buldum…

12 Ekim 2013 Cumartesi

Flörtün 7 Kuralı


"doğru flört evliliğe, yanlış flört ayrılığa götürür"
Daha kezban bir blogger olsam da, flört deyince akan suları durdurur, akmayan şelaleye su veririm.  Gel gör ki reel hayatımda bunları yapamasam da flörtünde kuralları vardır anacım. Trafiğin nasıl kuralı varsa flört de kendi içinde bir kurallar bütünü.

Çok yakın hetero bir arkadaşım hep derdi; 'doğru flört evliliğe, yanlış flört ayrılığa götürür' diye. Velhasıl, öyle kolay iş değildir uzaktan uzaktan sevmek, maharet ister evvela!!

Kendim aşşağıda yazan kuralları uygulamayıp, kalbimin sikimsonik hislerine kapılıp gitsemde, ben kötü bir örneğim. Siz benim gibi olmayın aşağıdaki kurallara uyun!!

Kural 1: Aşkından ölseniz bile, bunu karşı tarafa göstermeyin. Teslim bayrağını çekmeyin.

Efendim ben hep ayy aşkım cicim dedim, olmadı. Hanzolar biraz rahatlık istiyorlar. Gizemli olmak istiyorlar. Siz, siz olun aşkından ölseniz de bunu ona belli etmeyin. Başka birine mi gidiyor? Çok beklediniz de ondan gidiyor. Fazla beklemeyin, az da beklemeyin! Siz benim takipçilerimsiniz yahu, zeki adamlarsınız ayarlayın işte…

Kural 2: Gizemli olun, her an ne yaptığınızı ona haber vermeyin, bırakın nerede kiminle
olduğunuzu merak etsin. Aynı şekilde siz de ona sürekli hesap sormayın.

Gizemli olma sırası artık sizde. Bazen onu kıskandırın. Onun içindeki dürtüleri kendinize çekmenin tam zamanı. Biz erkekler gizemli kişileri pek severiz, o yüzden size napıyorsun diye mesaj attığı zaman ‘ayşe, elif, Ahmet ben oturuyoruz’ diye mesaj atmak yerine ‘arkadaşlar var,oturuyoruz’ diye mesaj atın. Kazanan siz olacaksınız :D Sizde ona karşı çok ilgili durmayın. Bazen ‘ahahhaha’ diye atılan bir cevap moral bozsa da ilişkiye alev katar.

Kural 3: Sizi istediği için görüşün, görüşme faslını zora sokmayın, kendinizi özlettirin.

Kendinizi özlettirin, afaki her sabah, her akşam görüşmeyin.  Sizi görmek mi istedi? 3 buluşmadan 1 inde bir işiniz çıksın. Kaşarlık parayla değil :D

Kural 4: Unutmayın onunla beraber olmak sizin için bir ihtiyaç değil tercih. İstemekle muhtaç olmak arasındaki çizgi ince gibi gözükse de aslında ikisi oldukça farklı şeyler.

O hayatın doruk noktası, nirvanası, ilahı değil. Onu ilahlaştırmayın. Neler gelir, neler geçer. Onunla birlikteyken ona sadık olun ama ayrılınca, çıkma teklifinizi kabul etmeyince oturup bir hafta yas tutmayın. O geçen bir haftada en az 2 kişiyle daha tanışabilirsiniz.

Kural 5: Flört aşamasında kıskançlık duygunuzu unutun. Sahiplendiğinizi ilk günlerden belli edip karşı tarafı korkutmanıza gerek yok. Fazla sahiplenme gerçekleştiğinde karşı taraf özgürlüğünün kısıtlandığını düşünür. Kendine güvenen kişi zaten başkalarını kıskanmaz. Kendinize güvenin.

‘Ayyy ama ben onu başka çocukla gördüm ama o gece barda yaaaa’ diye bana geliyorsunuz, ağzınızı burnunuzu kıracağım geliyor. Lan aq, sanki o çocukla sevişirken gördün. Kasmayın. Hayatı kendinize de başkalarına da dar etmeyin. Dünyanın en çirkin mahlukatı bile olsanız er yada geç hayat size de gülecektir. Sakin olun bir. Şimdi sıra kendinize güvenmeye geldi. Gene o çok meşhuuuur İsviçreli bilim adamları istatistik çıkarmış ve diyorlar ki kendine güvenen erkeklerin %81 i kendine eş buluyormuş. Kendine güvenmeyener de ise bu durum %56 imiş. Kendinize güvenin olum. Neler neler var.

Kural 6: Buluşmada küçük sessizlikler sizi korkutup farklı konulara atılmanızı sağlamasın. Sessiz kalışınız karşı taraftakinin merak duygusunu harekete geçirir ve ilgi odağı olursunuz.

Herkeste, konuşma sırasında açılan konu darboğaza girip, bütün söylenecekler bittiği an ‘lan ben şimdi ne söyliycem’ düşüncesiyle saçma sapan konulara girmeler olmuştur. İşte tam o düşüncenin arkasından peşi sıra gelen saçma sapan konuşmalara hiç gerek yok. Daha öncede dediğim gibi, kasmayın. O sessizlikler partnerinizde daha bir merak ve beraberinde gelen ateşi getirir. Gizemli ve ateşli uuuuwwwwww.

Kural 7: Ona eski ilişkilerini sormayın, o sorsa bile siz de sakın ama sakın anlatmaya
kalkmayın. Bunları konuşmak için çok erken, geçmişinizi değil birbirinizi tanımaya çalışın.

Geçmişte takılıp kalmak, eski sevgilileri durmadan düşünmek gerçekten çok saçmadır. Kaldı ki yeni flörtünüzün bunu bilmesine ne gerek var? Eskileri anlatıp durursanız, onu istemediğinizi ve eski partnerinizi özlediğiniz için yeni flörtünüzde onu aradığınızı belli edersiniz. Yapmayın. Eğer herkese eski sevgilinizi anlattığınızı fark ederseniz, cidden o eski sevgiliyi unutamamışsınızdır. Ama artık unutma zamanı geldi de geçiyor. Hala unutamıyorsanız psikoloğa danışın derim.

Maddesi gelmişken söylemekte de fayda var, gene İsviçreli meşhuuur bilim adamlarının yaptığı istatistiğe göre; beğenmediğin talipline onu istemediğini söylemek için %42 oyla birinci sırada ‘ben eski sevgilimi unutamadım’ yalanı geliyormuş. Siz siz olun seni istemiyorum diyin. Yalan söylemeyin.


Burutusten sevgilerle,  eğer ki bürütüs buradaki kurallara uysaydı şimdiye aile babasıydı falan aahahahaa kendinize iyi bakın canlarım bir sonraki yazıda görüşmek üzere… bye by

7 Ekim 2013 Pazartesi

"Onların Sırrı"

My awesome followers; First of all; I would like to say thank you for your  big interest  falan asdf…
Hahaha o kadar İngilizce dersten çıkınca artık İngilizce falan yazıyorsunuz  bir yerden sonra :D
Canlarım nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Bürütüsü hiç merak etmeyin, yeni okulunda çok çok mutlu. Bir sürü arkadaşı oldu şu kısacık bir haftada. Bugün pazartesi ve kütüphanede gene bürütüsünüz. Sizlere beğeneceğiniz bir yazı yazmaya çalışıyor hahaha. Hadi yazıya başlayalımda siz karar verin bakalım becerebiliyor mu bürütüs bu işi :D

Öncelikle bugün çok düşündüm, ne yazsam acaba diye ve burayı açmamın mantığı aklıma geldi. Ben burayı açarken, bissürü gayle tanışacağım, insanlara yardımcı olacağım diye düşünmüştüm. Sizlere daha yakın olmak istemiştim ve bugün geldiğim noktada ne kadar da başarılı bir iş çıkardığımı görüyorum. Twittırı açtığımdan beri bu kısa zamanda neler neler yazıldığını anlatacağım sizlere bugün. :D

İsterseniz sondan başa gidelim. Bana twitter dm den ulaşan herkese az çok cevap vermeye çalışıyorum ve birazda güzin ablalık yapıyorum sanırım. İnsan hikayelerini dinlemek bana hep rahatlık vermiştir ve anlatanlarda anlatırken rahatlıyorlar sanırım. Telefonumda, whatsapp dan konuştuğum şu kadar insan var diyerek ukalalık yapmak istemem zaten beni sayılarından çok yaşanmışlıklar ilgilendirmiştir her zaman. Onlardan da izin alarak ve her zamanki gibi gizliliği koruyarak bir kaçının hikayesini sizlerle paylaşmalıyım. Eminim ki sizde benim kadar bu dünyaya dalacaksınız. Buyrun;

X bey Türkiye’nin güzide üniversitelerinden birinde okuyor. Okulda kendini saklamak zorunda, ki saklıyor da zaten. Kaldığı yer ve insanların bakış açısından dolayı açılmaktan korkuyor.(ki hepimiz zaten böyle değil miyiz?) Benle yazışmaya başladığında benim Y beyden pekte haberim yoktu.  Bir gün Y bey bana yazmaya başladı ve ‘üniversite, bölüm, sınıf’ diyince bende ampüller yandı. X bey ve Y bey meğersem aynı üniversitenin aynı bölümündelermiş. Tabi X beyin gizliliği gereği ben bunu hemen Y beye söyleyemedim. Aradan geçen bir hafta sonunda artık söylemeliyim diyerek X ve Y beylere senin bölümden birini tanıyorum ama sana onu söylersem ona da seni söylemem gerekir dedim. Onlar biraz düşündüler ve tanıştır bizi dediler. İkisininde uygun olduğu bir zaman whatsapp dan gurup konuşması açtım. Tanıştılar ve sonrasında buluştular sanırım.  İki gün önce aradılar, duydum ki sevgili olmuşlar. O gün kafamı yastığa koyup, hayatın anlamını, mutluluğu düşündüm. Hayat buydu işte.  Mutluluğun kendisiydi bu. Daha birkaç insan daha var, aynı okulun aynı bölümünde olan ama onlar “bak kimseye anlatma haa” dediler, bu yüzden onlar tanışamayacaklar, kaderlerine küssünler. Ahahahah



İkinci hikayemiz ise biraz can sıkıcı, Z beyi anlatıyor. Z bey benimle Eylül başından beri dm den konuşuyordu, korktuğu için whatsapp a gelememişti maalesef. Korkularında haklıydı çünkü başının etini yiyen, durmadan telefonlarını karıştıran bir annesi ve onu tehditlerle dizginleyip, kendisi Rus hatunlarıyla gezen bir babası vardı. (Onada baba denirse artık…) Biraz feminen olduğu için daha 9 yaşında babası tarafından maket bıçağıyla öldürülmeye kalkışılmış ve şu anda babasından kaçan bir insan… >Detaya inanın ki çok girmek isterim ama maalesef yaşadıkları ne ilk ne de son. Bu kadarı bile ondan zar zor izin alarak yazdım. Peki neden yazdım biliyor musunuz? O çocuk hayatını yaşayamıyor. O baba sadece baba olduğunu sanıyor. Bütün insanlara özgürlük gerekiyor. O çocuğa kimse kaybettiği yılları geri veremez, o babanın üstünde bedduası kalır o çocuğun. İnançlı bir insan diyor babası için. O zaman soralım sen bunun vebalini nasıl vereceksin çocuğuna baba???

Şehrin doğu ve batı yakasından iki farklı hikayeyi sizlerle paylaştım bu gün. Bir yanda sevinci, umutları diğer tarafta kaçak bir hayatı ve o hayatın içinden çıkma çabasını… Özgürlüğü…

Eeh benden bu kadar valla, hepinizi twitter adresime Dm ye beklerim. Gizlilik içinde gelin konuşalım, dertleşelim. Sizleri çok seviyorum bunu unutmayın

Kendinize iyi bakın…

Twitter Url'm çekinmeyin Tıklayın: Twitter Adresim



30 Eylül 2013 Pazartesi

Ankarada Bir Lgbt Oluşumu "Eshsiz"

Tatlı mı tatlı okuyucularım, bugün gene bir kütüphane karelinde tek başıma sizlerle buluşuyorum ve bu sefer gündemim biraz farklı.  Bugün izninizle, geçen Hacettepe’nin face sayfasında görüp, cesur bir hareketle gittiğim hacettepenin lgbt topluluğu “eshsiz”i anlatacağım size :D

Artık üniversiteye geçmenin verdiği cesaret ve tabikide kimlik kabulünün doruklarındaki ben, taaa üniversiteye girmeden önce, gireceğim okulda lgbt topluluğu var mı diye bayağı bir araştırmıştım. Hacettepede de var olduğunu öğrenince bir içim ısınmıştı okuluma.

Geçen gün facebook da gördüğüm “eshsiz”in  toplantılarına katılmak, içlerine girmek, yeni insanlarla tanışmak istedim. Zamanının geldiğini düşünerek,  facedeki toplantı yeri ve saatinde arkadaşımla oraya gittik.

Arkadaşımla önce birer oralet söyledik, insanları tanımamamızdan ve içimizdeki korkudan hemen oracıktaki gurubun içine giremedik, önce bir masada oturup oraletlerimizi yudumladık. Arkadaşım acaba gitsek mi edasında laflar ederken ben cesur bir hareketle “hacettepeden değil mi” diye oracıkta oturan gruba sordum. “Hacettepeli arkadaş daha gelmedi ama birazdan gelir” diye bir cevap aldım. Ben o gurubun sadece hacettepeyle alakalı bir grup olduğunu sanarken çoğu arkadaş meğerse odtülüymüş bile. :D

Biraz çekinerek “bizde yanınıza gelsek olur mu” diye söze girdim. Sağolsunlar hemen içlerine aldılar bizide.  Hayatımda ilk defa bir gruba açılıyordum, o yüzden de korkuyordum. Sonuçta onlar çok dedikoducu olabilirdi ve beni herkese ifşa edebilirdi değil mi? Bu korkuyla, yerimde pekte rahat oturmadığım aşinaydı.  Gruba merhaba diyerek başladım ama çok da bir enerji alamadım, benim için çok farklı olan bir durum onlar için sıradandı. İlk izlenimim kesinlikle soğuk bir grup olduğuydu. Oysa benim beklentim böyle sıcak sıcak mis gibi bir gruptu. Biraz bölümümden, üniversiteden konuşunca hava biraz daha ısındı, bana sorular gelmeye başladı. Hele orada eshsiz grubunun koordinatörü faruk abinin yanındaki kız bayağı ilgiliydi. Onunla biraz ordan burdan konuştuk. Ama genede grup istediğim kadar sıcak değildi…

Biraz lafladıktan sonra Furkan abi sohbeti topladı ve burada bulunuş amacımızı, lgbt bireylere yönelik neler yapabileceğimizi falan anlattı. Onun fikri translara veya eşcinsellere yönelik atölye çalışmaları yapıp, kaynaşmaktı. Küçük bir gruptuk, Furkan abininde dediği gibi siyasal kesimin her yerinden insanlara açık olmalıydık. Chplisi, Akplisi, Mhplisi, veyahutta Bdplisi bizim grubumuza gelip kendini özgürlük içinde hissetmeliydi. Fikir güzeldi ama icraati zordu. Kaos Gl de yaşanan soğukluk ve resmiyetin bizim grubumuzda olmasını istemiyorduk, ortak kanı sanırım buydu. Eshsiz biraz daha samimi, renkli, farklı olmalıydı. Öyle bir grup olmalıydı ki, herkes kendini özel hissetmeliydi. İş zordu.
Eshsiz grubu iyi fikirler temelinde güncellenmeliydi. Herşeyden önce büyümeliydi. Grubun içindeki hırs çok fazlaydı, ve bu gerçekten çok güzeldi. Ama bazen o hırs bütün hayyallerimiz  için büyümemiz gerektiğinin önünü kapatıyordu. Evet gençler benim izlenimlerim bunlar oldu. Sizler bir lgbt topluluktan neler beklersiniz mesela? Beklentilerinizi yazının altında paylaşabilir misiniz? Fikirleriniz bizim için gerçekten çok değerli, bu arada okuluma bugün(pazartesi) itibariyle başlamış bulunuyorum. Ooolum çok taşlar var lan okulda. Onlarıda bir sonraki yazıma anlatcam artık... Hepinizi kocaman öpüyorum, önerilerinizi bekliyorum ve grup toplantılarımıza katılıp bizi onurlandıracağınızı umuyorum hem belki benimlede tanışabilirsiniz. Furkan abi de iyi çocuk ha, çok yakışıklı. Ahaahh benden bu kadar. Dedikodunun dibine vurduk. Kendinize iyi bakın  

23 Eylül 2013 Pazartesi

Yeni Okulum Hmm


Çok hörmetli cancaazlarım, ballarım, bitanelerim;
 Sanırım şimdiye dek hiç böyle bir giriş yapmamıştım.  Bugün keyfim yerinde hadi iyisiniz gene…

Bugün çok sevgili okulum, bitanecim, pıtırcığım Hacettepe’ye, resmen başlamış bulunuyorum. Vatana millete hayırlı olsun ehe :D Sabahtan okula geç kalacağım diye 10 daki dersime 7 de kalkarak, uyandım. Duş aldım, diş fırçaladım vs. Durağa gittim. Alahım yaklaşık 65 dakika boş otobüs bekledim. O nedir ya 8 tane otobüs önümden dolu geçti. Dolu olduğu için hani duraktada durmuyor. Neyse o an imdadımıza yetişen hacettepenin kendi otobüsleri oldu. Sağolsun şoför amcacık bizi aldı ve okula geldik.

Tabii ben boş durur muyum ? Üstümdeki kezbanlığı artık atmak için hemen yakışıklı avına çıktım. Taa otobüste başladım kesmeye milleti. Otobüsün içi çoğunluk kızdı ama kapı kenarında duran maaşallah taş mı taş bir çocuk vardı. Hani orta boylu hafif esmer bişeydi, ay sakallarına ölürüm o derece tatlıydı.

Orta boylu sıska insanlara zaafım var ayol napiyim, hele birde sakalı varsa, bitmiştir o iş.
Otobüsten indikten sonra eski arkadaşları görmece, merhaba nasılsınız demece falan. Bir anda o koca kalabalığın içinden sıyrılıp kendimi amfi tiyatroda buldum. Anam yedi bin kişi varmış haa orda. Neyse orada da şöyle biraz yakışıklı kesiyim dedim, önce pek taş bulamadım sonra içeri girince gözüme sarı şaçlı çok seksi olmasada şipşirin bir çocuk ilişti. Hemen gidip onun yanına oturdum. Dedim merhaba isim neydi? Boğaç dedi. Ayy o ne tatlı bir isim o yaaaaa? Boğaç lan, dokunmadan orgazma ulaştırır seni o derece tatlı bir isim. Çocukla biraz konuştuk. Ankaralıymış.  Gazi Osman Paşada evi varmış. Çok zor geldim diye başladı anlatmaya. Tabii o anlata dursun, ben baştan aşşağı gene süzdüm ama bu seferki daha detaylıydı. Yanaklarında gamzeler vardı. Sıcaktan olacak, yanaklarıda pespembeydi. Çok olgun ve kaslı olmasa da göğüsleri sağlam duruyordu. Bel zaten beni benden alan noktaydı, incecikti. Sarılmalık böyle, o belden tutup “sevgilim neler yapmış ooo makarnanın hasını yapmış” sahnesini canlandırdım kafamda.
Bu tiyatronun yazarı bensemde, oynayan bizdik. Aşşağı indim biraz daha, oturduğu için pek belli olmasa da aleti büyüktü, kendini belli ediyordu. Belkide üstündeki kırmızı şorttandır ama şişkin duruyordu işte.  Bacaklar kıllıydı, içimden bir güzeeeel sesi geldi bir anda. O duymamıştı tabikide, ama iyiydi yani, o sıska bacaklarıyla yorganın içinde dans ederiz biz lan :D Açılış konuşması artık bitişe ulaşırken sordum, hangi bölümdesin diye. Bir şeyler dedi ama amfi tiyatro bir anda ayağa kalkınca anlayamadım. Ben yıldız amfiye dersime gittim oda sağ kapıdan çıktı gitti. Belki de bir heteroseksüeldi, sanki hiç feminenlik yok gibiydi. Bir ses incelmesi, fevri bir davranış yoktu adeta. Ama çok güzel giyinmişti, bu kadar özenli ancak bir eşcinsel giyinebilirdi. Kafamda deli sorularla “acaba bir daha onu görebilir miyim” diye içimden geçiriyorum. Şu an kütüphanenin tek kişilik bir odasındayım bilgisayarım, telefonum ve cama yazdıklarımı okumasınlar diye yakın tuttuğum bilgisayar çantamla size yazıyorum. Bu gün böyleydi, inşallah daha yakından tanışabiliriz Boğaçımla. Hacettepeyi’de sevdim vallahi, çok hoş bir okul herkesi beklerim, gelin bir çayımı için :D

14 Eylül 2013 Cumartesi

Kondüktör


22 yaşında gencecik bir kondüktördü büyük babam, ben onu hiç tanıyamadan bir tren kazasında hayata gözlerini yummuştu.

Babam anlatırken gözleri dolar senin büyükbaban babaannene aşıktı derdi hep. Bitmeyen sonsuz aşkları vardı diye de eklerdi. Elinde evde olduğu her akşam ekmekle gelir, babaanneni öper sofraya otururdu derdi, o fakir sofrasını babam şenlendirirdi derdi. Yemek ise soğan kavurmasıydı…

Hikaye şurdan başlardı: “Hanım senin yemeklerinde çok lezzetli oluyor vallaha yolda arkadaşlar bir şeyler yapıyorlar ama ben onlara seni anlatıyorum, o güzel yemeklerini…”
Sonra babam konuşmazdı, gözleri dolardı. “Baba yapma” dediğimdede “Erkek adam ağlarmıymış canım” derdi. İçindeki hüznü kalbinin derinliklerine gömerdi gene.

Bir 30 Ağustos sabahı gözlerini hayata yummuştu büyük babam, büyükbabamın babasıda şehitti. Çanakkalede çarpışmış, Yunanı attık memleketten diye mektup bile yazdırmıştı başına gelecekleri bilmeden… 20 yıl sonra haberi gelmiş, eve bir kor düşmüştü, büyükbabamın babası şehitti.


Büyükbabam her 30 ağustos üstünü başını aklar, kravatını takar, ceketini giyer, en güzel takunyalarıyla askeri geçit törenine gidermiş. Orada taa başlamadan bir saat önce durup, törenin başlamasını bekler, hazırlık yapan askerleri izlermiş. Tören zamanı hüngür hüngür ağlarmış, gözlerden ırak. Ordaki askerleri babası sanır, hep ağlamak istermiş, baba hasreti içinde… Bir gün Ankaradaki törenlerde Türk teyyarelerini görmüş, babaannemmin anlattığına göre üç gün hüngür hüngür ağlamış, “Hanım bir görecektin üstümüzden bir geçtiler kuyruklarına baktım koca al bayrağımız vardı. Çok güzeldi” diyerek.


Kıbrıs çıkartması zamanında babam trenlerle adanaya giden askerlere su dağıtmış hep, “evde ekmek yerdik, yoldaki askerede soğan kavururduk hatta bazen tereyağı ile soğanı kavurur üzerinede yumurta kırardık ama onlar bolluk zamanı olurdu, biz askere soğan ekmek verirdik” derdi.


Büyükbabamı rüyalarımdan tanıdım ben hep, birde kalan tek parça fotoğraftan, benim için özeldi. Aşkı anlatırdı. Sevgiyi ve paylaşmayı anlatırdı büyükbabam. Vatanı anlatırdı, yitirdiğimiz değerleri anlatırdı o…

Bürütüsün Hayali


Vakitsiz birer ölüm sanki geceler/bir bakımlık ay düşüyor herkesin payına/ ve hiç dönüp de soran olmuyor/ eklenen hangi düşler bir sonraki sabaha*

Gazeteyi açıyorum yok. Haber sitelerine bakıyorum yok! Twitterdan birkaç arkadaş paylaşmış sağolsun, diyor ki Grindr yasaklanmış. Bilen bilir grindr çevredeki gayleri gösteren bir uygulamadır. Sağolsun hükümetten oda nasibini almış demekki.

İçim alev alev, yakıyor kendi kendini, bitmeyen tükenmeyen yorgun savaşçı edası…

Bu kadar mı yalnışız, dışlanmış, sevgi muhtacıyız? Bir TV programında iki erkek aynı yatağa girdi diye “genel ahlaksızlık” suçundan bir sürü ceza veriliyor. Genel ahlaksızız deniyor. Kim o genel ahlaksız serseri? Bence kendi pisliğinizi örtmek için biz gayleri kullanan, uçkur takıntısından başka bir şey düşünmeyen, karısını her gece aldatan, soranlarada çok dindarım diyenler mi?  Yok bizler genel ahlaksızız çünkü bizler küçücük çocuklara tecavüz eden babalardan değiliz, çünkü bizler din, kitap kullanıp akşam rus kızlarıyla oynaşan, sonra jet ski yapan bundanda para kazanan insanlar değiliz çünkü bizler sapık değiliz!

Biz eşitlik istiyoruz. Bunun onurlu mücadelesini veriyoruz. Eşcinselliğin doğuştan olduğunu, bir tercih meselesi olmadığını söylüyoruz. Aşkın, cinsiyetinin olmadığını söylüyoruz ve hükümete de sesleniyoruz; 11 yıldır kime karıştık diyorsun? Yanlış soru soruyorsun. 11 yıldır kimlere karışmadınız ki?
Yasaklanan medyanın, mahkeme kararlarıyla kapatılan sitelerin, grindrın, kafanıza uymayan düşüncelerin,  heykellerin, büstlerin, bilimin, yeşilliğin, renklerin ve daha bissürü yasakladıklarınızın özgürlüğünü istiyoruz.


BİZ ÖZGÜRLÜK İÇİNDE YAŞAMAK İSTİYORUZ! 


*Tekin Gönenç

9 Eylül 2013 Pazartesi

Burutuse Aşk Ne Diye Sorarlar


Bir sosyal paylaşım sitesinde tanışmış, epeydir de konuşuyorduk. Burutus uzun bir bekleyişten sonra ‘galiba ben sende farklı şeyler hissediyorum’ lafını duymuş ve odasında elindeki telefonu havaya atıp kahkahayı basmıştı, diyememişti “ben sana aşığım” diye. Olsun durumlar iyiye gidiyordu. İnşallah oda bana aşık olur, severdi, ümidi.




Öyle olmadı işte, farklı dünyalardan iki yabancı, biri durmadan mesaj atıp sevdiğini nasıl özlediğini anlatıyordu biri o mesajları görüp, cevap atmıyordu… Konuşmuyordu adeta.

Bir gün birisi sevdiğinin okuluna gitme kararı aldı. Üç defadır iptal olan buluşma nihayet gerçekleşecekti. Sırf onun için gitmişti Allahın tepesine.  Ondan gelen cevap Burutusu çok üzmüştü. Oturdu çimenlerin üzerine, ağladı. Hıçkıra hıçkıra… Ağlaya ağlaya mesaj attı. Nafileydi.

Sorarlar Burutuse bize aşkı anlat diye ne anlatsın ki Burutus size? O onun ilki olacaktı. Olmadı. Aşktan kalan tek şey, onu koluna alıp uyutmak, bütün gece o incinmeden uyusun diye kolunu çekememek derdi Burutus. Onun aşkı hayaldi.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Arkadaşımdan Gelsin Buda

Çok sevgili bir arkadaşım bloğumda yayınlamam için bir yazı göndermiş. Heteroseksüel bir bakışla gizli bir ilişkiyi anlatıyor. Beklediğiniz Bunları Kimseye Anlatmadım 2 ise yarın elinizde. Not: Resim arkadaşım pınara ait. Yazıda onun. Bknz: twitter.com/ vielzelligen 

İyi okumalar… 




Ürkek bakışlarla kapıyı açtı. Gülümsemesinin zoraki olduğu her halinden belli oluyordu. Gözlerini kaçırdı. Daha sonra kapıyı daha genişçe açtı, beni içeri davet etti. İçeri girdim hemen ardımdan dışarıyı kolaçan etti. Kimsenin beni görmediğinden emin olunca derin bir oh çekti. O bunları yaparken onu inceledim. Güzeldi. Mükemmel değildi ama güzeldi. Bacaklarına baktım, sıkı kalçasına… Hareket ettikçe saçlarının kapattığı beli inceydi. Beyaz bir atlet vardı üzerinde altına küçük bir etek giymişti. Parlak sarı bir etek… Aniden bana döndü. Afalladım, onu baştan aşağı süzdüğümü görmesini istememiştim. Ama o buna aldırış etmeyip eliyle içeriyi gösterdi ve ilk kez bir şey dedi, “Gel.” Sesi yumuşacıktı, naifti. Onun gibi birinden beklenmeyecek bir şeydi. Hoşuma gitti. Peşinden gittim, çok da büyük olmayan bir odaya geçtik. Çekyat olduğunu tahmin ettiğim iki kanepe, eski bir ahşap masa ve masaya ait üç sandalye vardı. Boş, renksiz bir odaydı. Kanepelerden birine oturdum. Oda büyük bir pencereden bolca güneş ışığı alıyordu. İşte o zaman beyaz atletinin içine sütyen giyinmediğini fark ettim. Utandım, bakmamaya çalıştıkça beni daha çok cezbetti, terledim. O da yanağımdan süzülen ter damlacığını fark etmiş olacaktı ki “Su ister misin?”, diye sordu. Kafamı sallamakla yetindim. Cümle kuramıyordum. Heyecanlıydım ama bunu belli ederek çocuk gibi görünmek istemiyordum. Konuşmamak en iyisiydi. Elinde büyük bir bardakla su getirdi. Bir iki yudum içtim. Bana bakıyordu. O da beni inceliyordu. Bir anlığına hafif bir gülümsemesini yakaladım. Ben de tebessüm ettim. Gözlerini devirdi. Karşımdaki koltuğa oturdu. Gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Ben ise belli belirsiz görünen diri göğüslerinden gözlerimi alamıyordum. Ayağa kalktı. Yaklaştı “Ee… Bekleyecek miyiz?” dedi. Eli yavaşça kemerime uzandı, daha sonra düğmelerimi çözmeye başladı. Kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Ellerimi kalçasına götürdüm, kendime doğru çektim. Bacaklarımın üstüne oturdu. Ne kadar da hafif diye düşündüm. Beni öpmeye başladı. Bu sırada gömleğimi çıkarmaya çalışıyordu. Bir anlığına ellerimi narin belinden çekip gömleği tek hamlede çıkardım. Saçları çok güzel kokuyordu. Ucuz bir şampuan kullandığı belliydi ama teninin kokusuyla birleşince beni delirtmeye yetti. Kucağıma aldım. Halıya yatırdım. Aceleyle birbirimizin kıyafetlerini çıkardık. O sırada göbeğindeki morlukları fark ettim. Umursamadım, bu şeyi hemen hemen her gün yaptığını biliyordum nasılsa, sonuçta ben de bu iş için gelmiştim. Yaklaştım, yeniden öpmeye başladım. Vücudu sımsıcaktı. Gerisini hatırlamıyorum. Sadece hatırladığım kalbinin yerinden çıkacakmışçasına çarptığı ve ara sıra inlemesi. Hayatımda yaşadığım en güzel sevişmelerden biriydi. Hatta en iyisi… Hızlıca giyindim, kapıdan çıkmadan arkamı dönüp gülümsedim. Daha sonra koşar adım uzaklaştım. O ise benim ardımdan yine etrafı kolaçan etti. Yeterince uzaklaşınca durdum, uzun bir süre eve baktım. Birkaç metre ötemde yaşlıca bir adam sigara içiyordu. Bir tane rica ettim, ilk kez sigara içecektim. Nasıl içileceği hakkında fikrim yoktu sadece televizyondan gördüğüm kadarıyla biliyordum. Yaktım, içime çektim, bir anlığına başım ağrıdı. Ama hoşuma gitmişti, ikinci nefesi çektim. İlk sigaramdı. Kaldırıma oturdum. Bugünü düşündüm. Adını dahil bilmediğim sarı etekli, güzel göğüslü bir fahişeyle sevişmiştim ve şimdi de evini izleyerek sigara içiyordum. Ne kadar orada oturduğumu hatırlamıyorum ama üşümeye başlayınca saate baktım, akşam olmuştu. Kalktım, yürümeye başladım, ayaklarım beni onun kapısına götürdü. Kapıyı çaldım. Biraz bekledikten sonra kapı açıldı. Karşımda duruyordu, şaşırmış gibiydi. Cesaretimi toplamak için iki kere yutkundum ve sonunda konuşmak için hazırdım, “Adın ne?”

27 Ağustos 2013 Salı

Bunları Kimseye Anlatmamıştım 1...


Soğuk bir ocak sabahı, günah çağırıyordu boğuk sesiyle “gel burdayım” dercesine…

Ocak- 2013-

Kalkım, sıcak bir duşun vereceği keyfi düşünüp duşa girdim. Adeta uyuyordum suyun altında; uyurkende hayatımın ne kadar rutin ve bohem olduğunu kendime inandırıyordum. Hayalet çığlıkları duydum o sabah. O gün şeytanın günüydü. Akabinde olacaklar hiç masumane değildi. Aşk, şehvet, seks, araya giren insanlar, kimse duymasın siz susun…
Otobüse doğru yürüdüm hiç şaşmazdı saat 7.27 dedimi duraktaydı. Kart bastım, günaydın günaydın diye diye en arkaya geçtim oturdum. Bu günaydın faslı selam vermek istemediğin birine bile yapılan adeta jestti.  Yol uzundu, nerden baksan 1 saati buluyordu. Aslında okul uzak değildi ama otobüs çok dolanıyordu. Hele birde otobüsten sonra yürümek özellikle akşamları illet oluyordu.  Her zamanki gibi pandacımın, gaykediciğimin sonrada amorfumun bloglarını kontrol ettim. Son iki aydır adeta manyak olmuştum. Dersin adını dahi anmak istemiyordum. Bloglarda dolaşmak benim gibi olan insanlarla ortak yönlerimizi bulmak, ve artık birilerinin beni anlamasını istiyordum.  Merve biliyordu, tüm çıplaklığıyla, herşeyi, karşısına geçip ben eşcinselim dediğimde; bana duyduğu aşkın acısıyla nasıl yaa demişti. Gözler bağırıyordu, ben sana aşığım dercesine, ama aşkının karşılığı yoktu.
Uzun bir yürüyüşten sonra okuldaydım. İki haftadır gözlerine kurban olduğum arkası dönükken  o sımsıkı poposuna bakıp erekte olduğum platoniğim canım Mert’im beni kapıda karşıladı. “Günaaaydın”
“Ah çok neşelisin Mert, Allah bozmasın”
“Oğlum dün akşam Amerikadaki okuldan cevap geldi. Notlarımı çok beğenmişler. Galiba davet ediyorlar mülakata”
“Ahahaha vallaha mı kardo çok sevindim yaa”
Sevinmemiştim. İçimde kurduğum o fantaziler, seni çıplakken düşünüşlerim, yanıma gelip aşkım demelerin, sarılıp boynumdan öpüşlerin, seninle birlikte olma hayallerim suya düşmüştü. Nasıl mutlu olabilirdim? Saatler ilerledi rutinlik aynı siyahlığıyla, karamsarlık ise o pis bulutlarıyla kazık çakmıştı kalbimin ortasına. Öğle yemeği, akşam oldu derken evdeydim gene. İçini kıpır kıpır eden bir mesaj, ıslık sesi; “Kardo seninle özel bir şey konuşmam lazım müsaitsen arayabilir miyim? “Ara kardo” Mesaj Merttendi. Belli ki canı birşeye sıkılmıştı yada gene iki saat çok güzel sevgilisinden bahsedecek onunla ilgilenmediği için kızın yaptığı atarı anlatacaktı. Keşke müsait değilim deşeyim, offf! Telefon çaldı. Açtım. Hayallerini kurduğum platoniğim beni aramıştı. Ne dese desin dinleyecektim.  “Kardo, bu aralar farklı farklı duygular içindeyim. Ben aslıyı sevmiyorum. Evcilik oynuyoruz sadece. Öperken bile tiksiniyorum, olmuyor bir türlü.” “Hayırdır kardo? Çok şehvetle sevişiyoruz, hergün azdırıyor beni diyen sen değil miydin?” İçimdeki ezilmişlikle o kadar sert söyledim ki çocuğu korkuttum galiba ki “aramızda kalsa olur mu” dedi. Olur dedim. Olmaz mı diycem. Olur tabi, bana gelmiş özelini anlatıyor.
“Ben galiba gayim abi”
“Neeeeeeeeeeey?
“Oha dur burutus, o ne tepkiydi öyle çocuğu korkutacaksın” dedim içimden.  Aa nasıl yani? Buna nasıl karar verdin? Galiba mı? Oğlum bu işlerin galibası olmaz. Kendine itiraf…
“Ben sana aşığım sırılsıklam, tenin, dokunuşların, gülerken ki o şirin yanakların… Seni düşünüyorum her gece. Korkuyorum insanlardan, anlayamadığın bir aşk içindeyim. Kaç aydır ders mers çalıştığım yok. Seni istiyor bedenim. Beni yargılamak isteyeceksin. Olmaz diyeceksin. Çok vaktim yok. Martta Amerikadayım. Artık sana her şeyi anlatmak istiyorum. Bedelini göze almasam aramazdım. Beni sevmeyeceğini ve bu aşkı yargılayacağını gayet iyi biliyorum. Kalbim senin için atarken ben bu oyuna sürdüremem. Ben sana aşığım bilemezsin!!”
Kalbimin sesini o gün ilk defa duymuştum. O kadar hızlı çarpıyordu ki yanımda bir insan olsa çok rahat duyardı. Karnım ağrıyordu. Başım ağrıyordu. Duşa girdim buz gibi suyu açtım. Su sesiyle mastürbasyon yaptım. Gözlerimin önünde onun resmi, kavrayıp sıkmak istediğim o poposu, sımsıkı göğüs kasları ve o tatlı mı tatlı göbeği… Boşaldım. Sonrada uyudum…
Ertesi sabah duşa girdim. Kahvaltı yapmadan çıktım. Allahım ne kadarda uzundu yol. Otobüsten indim ve o gün ilk defa koştum. Tam anlaştığımız gibi okula erkenden gelmiştim. Zemin katta buluştuk. Çok utanıyordu. Kafa önde camı kırmış çocuk misali yere bakıyordu. Asansör düğmesine bastı. “5. kat kütüphane rahat konuşuruz” dedi.  “Tamam” dedim.  İki kat çıktıktan sonra dayanamadım. Yanında oluşum, şehvetle onu isteyişim herşey birleşti. Yapıştım dudaklarına. Nasıl öpüleceğinide bilmem ki . Sarıldım. İçim bir hoş oldu. Bütün bedenimi saran bir his, hiç keşfetmediğim. Kısacık bir zaman dilimine sığacak mıydı bunlar? Mart çok yakındı. Mart yakın fazla vaktimiz yok dedim. Bana bakıp güldü, “Biliyordum” dedi…
Asansörün kapısı açıldı. Bana baktı -2 yi göstererek “personel tuvaleti ?”

… Devamı gelecek.