9 Nisan 2014 Çarşamba

Firuze

Firuzeeee…
Yeni kahramanımız...  Tanıştıralım hemen.  Firuze – okuyucu, okuyucu – Firuze (!!),,

Firuze ilkokul yıllarında çok sıkıntı çekmiş biri. Kötü bir çocukluk geçirmiş, herkes dalga geçmiş. Ailede bulamadığı sevgiyi arkadaşlarında aramış ama nafile. Arkadaşları da yüz vermemiş. Her gün dalga geçilen, ezik mi ezik bir çocuk olmuş.
Firuze**

Örnekleyelim hemen;
Ahmet, Mehmet’le konuşmaktadır.
Ahmet: Abi teneffüste top oynayalım mı?
Mehmet: Firuze gelmez şimdi, topsuz kalırız.
Kombo: AHAHHAHAHHAAHAHAHA

Ahmet ve arkadaşları top oynarken Firuze köşeye pısmış seyretmektedir. Top taça gider ve şans o ki Firuzenin ayağının dibine gelir…
Ahmet: Top topu çekiyor işte…
Kombo: AHAHAHAHHAHAHAHAHAH


Top, ibne, gay ve bir sürüsü... Taa küçücük Firuze’nin kişiliğine yapılan bu hakaretler, saldırılar, dalga geçmeler o kadar küçücük bir insan için çok çok ciddidir. Firuze nedense bir türlü erkeklerle iletişim kuramamış ve hiçbir zaman onlardan biri olduğunu anlayamamıştır. İşin kötüsü de içinde yaşadığı o kini dışa vurup, “sen ne diyorsun orospu çocuğu” diye diklenememiş, o yumruğu vurup, çocukları susturamamıştır.
Bu kadar olaydan sonra ne olmuştur?

 Firuzenin güç duygusunda bir incinme olmuştur. Kendini asla orada top oynayan çocuklar kadar güçlü görememiş, sanki kendini onlardan biri değil gibi hissetmiştir.

Zaten aileden ve özellikle ailedeki yakın erkek bireylerden alamadığı o güç duygusunu, arkadaşlarından da tesis edememiştir. Yani güç duygusuna bir türlü ulaşamamıştır.

E, oda erkekler yüz vermeyince gidip kız arkadaşlarıyla oynamıştır.

Ne çektin be Firuze!!!
Şimdi sorarlarsa kim bu Firuze diye, o zaman derim ‘Firuze temsilidir’. Firuze bir bohemlik sembolüdür, eziklik hissiyatıdır. Firuze, İstanbullunun çocuğuna koymadığı adıdır. Firuze bendir, sendir, bizdir…

Ağla şimdi Firuze ağla…

------------------------------------

Ah Firuze yürekler,Ahhhhhhhhhhh.!!!!!!
Kuşsuz coğrafyaların kanatsız melekleri
Hayatın kaldırım kokulu karanfilleri
Tazecik hislerin kelebek elbiseleri….

Kişisel sorularınız veya yorumlarınız için sol taraftaki mail bölümünü kullanabilirsiniz.

7 Nisan 2014 Pazartesi

Edep Ya Hu



Beni hiç tanımadan beni anlatmaya çalışıyorsunuz. 

Ufacık aklınıza, yazık!
Siz ki nereden bileceksiniz?
Sanki müneccim oldunuz da ben mi göremedim?
Nerden bilirsiniz bir babanın yakınlığını?
Nerden bilirsiniz bir arkadaşla yapılan kavgayı?
Nerden bilirsiniz bir kızın o sıcacık yüreğini?
Nereden ha?

Ağzınıza sakız ettiniz üç kelimeyi
Demedik laf, sokmadık kelime koymadınız.

Yunus olsa da şöyle derunda,
Deyiverse size bi;

“Edep Ya Hu”


Not: Kişisel sorularınız için sayfanın solundaki e mail yoluyla bana ulaşabilirsiniz.

2 Nisan 2014 Çarşamba

Neden Eşçinsel Bir Yaşam İstemiyorum?


Ben açıldıktan yaklaşık 1 ay sonra hornette buldum kendimi. Ne zaman kendimi bir konuda eksik hissetsem hornete giriyor veya sevgilim olsun istiyordum. Her seferinde de 30-40 yaşındaki amcaların seks teklifleriyle karşılaşıyor, reddediyordum. İşin içinde belki benim anlayamayacağımdan da büyük bir durum vardı; belki 18-30 yaşına kadar pek bir sorun olmasa da 30 yaşından sonra eşcinsel bireylerin seks düşkünlüğü artıyor ve saplantı haline getiriyorlardı. Bunu düşündüm, epey biir süre… Bu arada pandacımla konuştuk. Yavrum isteklerimiz fazla ön planda napalım dedi. O konuşmadan sonra ben ilişki kavramını sorgulamaya çalıştım. Çevremde hiç adam akıllı, uzun süren bir eşcinsel ilişkisi yoktu maalesef. Ama baktığım heteroseksüel ilişkierde seks bizdeki kadar ön planda değildi. Kimse ilk tanışmada “a/p ?” veya “hadi bizim eve gidelim” demiyordu. Veyahut, bedensel özelliklerdeki kaslı, sarı saçlı vs vs özellikler orada sanki daha önemsizdi.

Aradığım eşdeki özellikleri sıralayım istedim. Kendimde olmayan bütün özelliklerin onda olmasını istiyordum. Güçlü olsun, havalı olsun, cool olsun… Ama ikimizde de ne yazık ki güç duygusu yoktu. Olamazdı, bunu nasıl halledecektim?

Açıldıktan 1.5 ay sonra babam ve ben umreye gittik. Artık olaylar yatışmış, babam çok da takmıyordu beni. Kuran’ı daha yakından tanıma fırsatı buldum orada. Herkesin dini kendinedir bu konuda fazla bir yorum yapmak istemiyorum ancak “Görmez misiniz?” “Bilmez misiniz?” çağrısı adeta bana yapılıyordu.

Deneyimlediğim bu olaylardan sonra dünya sağlık örgütünün karar alma mekanizmasını inceledim. Ben eşcinselliğin kesinlikle bir hastalık olduğunu düşünmüyordum! Ki hala da düşünmüyorum! Dünya sağlık örgütünün bazı kararlarını siyasi baskıdan ötürü aldığını gördüm.  Eğer ki bunu bir hastalık olarak saysa, Amerika’da bir sürü çalışan ben hastayım bana maaş bağlayın, veyahut ayrıcalık tanıyın diye çalışmak istemeyeceğini öğrendim. Ki şunu da tekrar etmek isterim, ben eşcinselliği asla bir hastalık olarak görmedim ve hala da görmüyorum.



Eşcinsel derneklerini araştırdım, bunun değişmeyeceğini söylüyorlardı. Değişimi gerçekten isteyen bir insanı yalnız ve çaresiz duruma düşürüyorlardı. O aralar eşcinsel dernekleri benim için artık ilahlaşmışlardı ve ne derse desin kaide oydu. Ama burada bir eksiğimiz vardı;

Bütün erkek eşcinsel bireylerin sorunları hemen hemen aynıydı. Eşcinsel dernekleri bu sorunları görmüyor veya görmezden geliyordu. Bende de olduğu gibi çoğu ailesinden kopuktu. Ben küçükken “keşke babam ölse” diye düşünen bir insandım. İnsandan ziyade yararlı bir mobilya parçasıydı o benim için. Konuştuğum bir çok eşcinselin babasıyla sorunları vardı. Anne,bizim ailede fazla baskındı sürekli dırdırlanır, babamla olan sıkıntıları küçücük yaşıma rağmen bana anlatırdı. Bende annemle bir olup babama kin, nefret duygusu pompalardım. Diğer bir sorunum girişimcilikteydi. Özellikle diğer erkeklerle rekabet söz konusu olduğunda bu iş daha da zorlaşırdı. Pisuvarda yakınında başka bir insan varken işemek de ayrı bir rekabet konusuydu. İdrar boşaltmak; girişken olabilmenin ve kendini ortaya koyabilmenin bir çeşidiydi benim için. Öyle haller olurdu ki, iki insanın oturduğu metro koltuklarında, “pardon şuraya geçebilir miyim” dahi diyemezdim. Diğer eşcinsel arkadaşlarımda da benzer sorunlar vardı. Küçüklüğümde eşcinsel olduğum için ağır hakaretlere maruz kalmıştım. O yaşlardaki çocuğun direkt kişiliğine yapılan bu saldırı sadece benim değil, bütün eşcinsel bireyler için aşağılık ve kendini küçük görme durumunu ortaya çıkarmıştı. Babamdan şimdiye kadar hiçbir şey istememiştim. Varsa yoksa yüzeysel ve yeteri kadar bir diyaloğumuz vardı. Ölse haberim olurdu yani. Bütün gay arkadaşlarımın da baba konusunda çıkmazları vardı. Bunları ben bir dernek başkanı olmadan görebilmekteyken, oradaki o dernek başkanları bu konuda en ufak bir bilgi sahibi bile değillerdi maalesef.

Bu kadar bilginin farkında bile olmayan ben; sadece eşcinsel arkadaşlarımla konuşarak korkularımızın, yaşadıklarımızın ne kadar da benzer olduğunu anladım. Aslında babamdan kaynaklanan erkeklere erişememe durumunu taa küçükken erotize etmiştim de farkında değildim.

Bundan sonra gelişen süreçte babama terapi görmek istediğimi ama bir sürü kötü niyetli paragöz insanın olduğunu söyledim. Önyargılıydım, o terapistlerin bana bir şey yapamayacağını düşündüğümü ilettim babama. Anlayışla karşıladı. Sen istediğin zaman terapiyi sonlandırırız ve istediğin zaman psikoloğu değiştiririz dedi ve söz verdi. Sen bul, ben götüreyim dedi. Ben Hacettepeden bir profesör buldum ama bir kere gittikten sonra beni sarmadı. Sonra babam başka birisini önerdi ve ona gittik. Ondan beri de aynı psikologla devam ediyoruz.


Not: Kişisel sorularınız için sayfanın solundaki e mail yoluyla bana ulaşabilirsiniz. 

Psikoloğa Neden Gitmek İstemedim?

Çünkü korktum. Penis kesme, hadım etme bir sürü haberin gazetelerde dolaştığı günümüzde bana ne olacağını bilmediğimden korktum, bu işin sonunda intihar da edebilirdim. Hem bu bir hastalık değildi ki neden tedavi edilmeliydi?


Aileme açıldıktan sonra geçen 1 ay tam bir kabustu. Onların görüşüne göre değiş ne olursa olsun ama değiş diyorlardı. Aslında ben böyle bir şey beklemiyordum onlardan. Beni daha anlayışla karşılayacaklarını daha sevgiyle yaklaşacaklarını beklemiştim. Onlara bu işin bir hastalık olmadığını anlattım. Allah var dinlediler. Ama anlamak konusunda cidden bir sıkıntı içindelerdi. Onlara hadım edilmekten tut da penis kesme işlemlerine kadar her sıkıntımı anlattım. Artık evin içinde bütün gün ben konuşuluyordum ve o zamanlar bu beni epey rahatsız ediyordu. Psikolog psikolog gezmek istemiyor ve onların değişmesi gerektiğine, beni ben olduğum için sevmeleri gerektiğine inanıyordum. Dünya sağlık örgütünün kararlarını ve dünyanın bu konuda neler düşündüğünü biliyordum.

1 Nisan 2014 Salı

Adını Koyalım "Değişim" 2

Nasıl da mutluyum anlatamam, iki gündür bir sürü yerden değişim diye bir şey yoktur, kendini bastırıyorsun diye birileri bağırırken hayatım gözümün önünden geçti. Vasat bir çocuklum vardı. Bu aralar neler yaşadığımı düşündüm.Geçmişimle şimdimi kıyasladım. Ne kadar da mutluyum oysa. İlgilendiğim bir kız var. Onu deli gibi seviyorum. Yanaklarından kollarından öpmek istiyorum. Dur Çağlayan diyorum. Acele etme! Psikoloğum da öyle söylüyor. Acele etme!

Bundan önce bir kıza çıkma teklifi edecektim. Çıkma teklifini edeceğim gün, kavga ettik. Sorun belki de bendeydi. Onu kıskanıyordum! Başka bir çocukla gördüm onu. Çocuk kızın omzuna elini atmıştı. Sordum dedim noluyor? Arkadaşız sadece dedi. Hayatımda ilk orada bi insanı kıskanmıştım. Elini atan erkeği gebertmek istedim oracıkta. Yumruğumu sıktım bekledim. Gelince biraz konuştuk, daha da sinir etti. Dövdüm bende. Orada fark ettim, bundan önce kendimi ne kadar baskılamışım, iyi evlat olmuşum. Neymiş efendim, kavga edilmezmiş. Siz hiç kavga ettiniz mi? Kavga ettikten sonra böyle bir rahatlama yaşadınız mı, bilemezsiniz!

Babam sağolsun, kankam sağolsun bu süreçte bana çok yardımcı oldular hala da oluyorlar. Şimdi bakıyorum, ne kadar da yanlış anlamışım babamı, ne kadar da annemin dolduruşuna gelmişim. Bilardo oynamakla hetero olunmaz diyorlar. Doğrudur olunmaz! Ama babayla bilardo oynamanın, onunla güreşmenin, babayla yapılan tartışmanın yerini de hiç bişey tutmaz. Babamla iki ayrı kutupmuşuz da haberimiz yokmuş. Babasına dokunmaktan korkan bi evlat varmış meğersem. Şimdi arada bilardo oynuyoruz, güreşiyoruz, langırt oynuyoruz, hatta benim boş dersim olduğu zamanlarda izin alıp okuluma geliyor, arkadaşlarımı babamla tanıştırdım, çok beğendiler. Hep gelsin diyorlar. Daha 6 ay öncesine kadar babasından utanan bir çağlayan varken, şimdi arkadaşlarıyla babasını tanıştıracak, onlara babayı kabul ettirecek bi Çağlayan doğdu. Benim için snapchat açmış. Yerim! Arada toplantıdayken snap atıyor ahahahahah. :D Diyorlar, bilardo oynamayla bişey olmaz diye. Babayla yapılan etkinlikten aldığın hazzı nerden bileceksin?

Kankam Bedirhan;  hiç farkında bile değil bana nasıl bir rol model olduğuna. Çok iyi bir sevgilisi var. Yenge diyoruz ona. Allah bozmasın, bizim ailede örnek alabileceğim bir ilişki yokken, onların ilişkisini model alıyorum hep. Gelecekte, onlarınki gibi bir ilişkim ve küçük küçük çağlayanlar olsun istiyorum ahahahah.
Eskiden yakışıklı bir erkek görsem konuşamaz, sanki o dünyaya ait değilmişim gibi hissederdim. Hatta yaptıkları futbol muhabbetinden tiksiniyorum derdim. Gerçekte futbol muhabbetinden tiksinmezdim. Ben futbol bilmezdim. Onlarla konuştuğumda kendimi yetersiz görürdüm, susardım. Bugün kaslı mı kaslı yakışıklı bir çocukla sanki önceki Çağlayan ben değilmişim gibi konuştuk. Ona bir programı anlattım. Basit bir bilgisayar programını… “Olum mal mısın vegas pro dururken edius ne amk, vegas pro ebeni siker, orospu çocuğu” Ne kadar argoydu! Ne çok küfür ediyordum. Ben ki öylesine yakışıklı bir çocuktan etkilenmeyip, hemen dalaşabilecektim!!!!  Benim için imkansızdı.


 Ve bu süreç içinde şunu da fark ettim, kızlara karşı bazen alaycı ve küfürlü konuşabiliyordum. Onlara karşı tutumumda değişti. Şimdi bi kızla konuşurken küfür etmek mi!  Asla!! Dikkat ediyorum da, son dönemde erkeklere karşı olan ilgim epey azaldı. Geçenlerde yakışıklı bir erkeği keserken, baktım ve sadece “hmm yakışıklıymış” dedim ve geçtim. Ne bir fantezi kurdum ne onun yanağını sıkmak istedim. İşin ilginç yanı göz gayri ihtiyari kızları kesmeye başladı. İnanmazsınız geçen türbanlı bi kızı kestim ahahahahah. Bu çağlayan çok çapkın olacak haaa :D

31 Mart 2014 Pazartesi

Adını Koyalım "Değişim"

Aynaya bakıyorum da karşımdaki delikanlı pek bir yakışıklı olmuş, boylu poslu, saçları uzatmış, sakallar çıkmış… Maşallah sakalları biraz daha uzatsa Süleyman’ın sakalını geçecek... Göğüslere bakıyorum da, yavaş yavaş gelişiyor kaslı bişey olmuş delikanlı.

Göbek mi? Var o hala. Var ama artık eskisi kadar dert etmiyor, delikanlının her halinden belli. Dik yürüyor, erkeksi o güç var onda, sanki halledemeyeceği hiçbir sorun yokmuş, çözemediği problem olmazmış gibi yürüyor.

Aralarda molalarda görüyorum onu da ne yakışıklı çocuk be, basket oynuyor. Hani oynadığı oyunu da alıyor. Alamadı mı küfrediyor, arkadaşına sayıyor sövüyor. Erkeklerle o kadar kolay diyaloğa giriyor ki görseniz hayran kalırsınız.

Geçen havuzda gördüm bunu, kızın biri onu kesiyordu. O ise arkadaşıyla yarışıyordu, gene oyunu aldı şerefsiz. Her girdiği oyunu kazanmak zorundaymış gibi ne bu hırs yahu?

İki gün evvelde babası gelmiş okula, beraber bilardo oynadılar. Babası yendi bunu.  Ne oyunmuş arkadaş, babayla böyle tiye alıcı konuşmalar, bidaha yenemezsin deyişler…

Sınıfta otururken geçen gün, sınıfın güzel bir kızının bunu kestiğini fark ettim. Hiç oralı olmadı. “Allahım ne asil çocuk” dedim içimden.  

Dört hafta önce bölümün kapısının önünde gördüm bunu, yumruğunu sıkıyor, dişlerini kamaştırıyor, kızmış bir şeylere her halinden belli. Beş-on dakika geçti, çocuğun teki geldi. Biraz konuştular, sonra küfretmeye başladı. Karşısındaki çocuk ilk yumruğu vuracaktı ki, bu atak davrandı, o eli aldı, indirip sağ eliyle çocuğun gözünün ortasına yumruğu indirdi. Çocuğu yere indirip, tekmeledi de tekmeledi. Neydi acaba çocuğun suçu gerçekten merak ettim. Hemen kankaları geldi içeriden. Yağız delikanlıyı sakinleştirecekler sandım, ama onlar dövülen çocuğun ellerini tuttular kankaları daha rahat vurabilsin diye. Kaşı patlayan çocuk sanırım hemen hastaneye gitti.

Dikkat ettim, pisuvar da kullanıyor, Allahım ne rahat işiyor, oh oh şırıl şırıl...

Aşık oldum ben bu çocuğa “Yeni Brutus’e…”

Herkes olamazsın, kendinden kaçıyorsun, yapamazsın dedi.  En ağır hakaretlerle suçladı.

Aradan 4 ay geçti en son blog yazımı yazdım yazalı. Bakıyorum kendime de ne çok değiştim. Nasıl da inanmışım onlara senelerce.


Merhaba ben Çağlayan siz Brütüs dersiniz bana, bu blog eskiden eşcinsel olan bir gencin şimdilerde neler yaşadığını anlatır. Merhaba ben Çağlayan.

15 Kasım 2013 Cuma

Açılma Hikayem -4-

“Gelirim”
“Söz mü?”
“Söz”
“Erkek sözü mü?”
“Erkek sözü”
Erkeklik esastı coğrafyamızda. Erkek sözü verir, erkeğe yakışan oyunlar oynardık. Erkek, mutfağa girmez denirdi, girmezdik… Erkekliğin bu denli vurgulandığı bu coğrafyada, erkek gibi davranmak için elimizden geleni yapardık. İstemeye istemeye futbol maçları, millet anlamasın diye anlattığımız, heteroseksüel sex hikâyeleri vardı!

Hayatı, istemeye istemeye yaşıyorduk aslında.
Gene o gün, saklanarak yaşadığım bu hayattan kurtulur da, ailemin beni kabul edip, özgür hayata geçerim umuduyla açıldım işte ben…

Hayat düşüncelerim kadar mükemmel değildi.
Gelecekten gelen bir söz kafamı bulandırdı, aslında geçmişe aitti. “El alem ne der yavrucuğum?”
Doğru bir soruydu. Ya el alem ne derdi? Hayat, zaten el alem için yaşanan, kendi benliğinin olmadığı bir olguydu dimi?  Şu hayatta elalem için yaşıyorduk bir nevi…
-----
Kafamda dep deli sorularla odamda yatıyordum. İçimden –ta kalbimin en derinlerinden-  ailemin beni anlayacağı ve “Sen bizim oğlumuzsun. Bu gerçek bunu değiştirmez” demesi geliyordu. Birde beynimin fikri vardı. “Onlar seni sen olduğun için değil. İdeallerindeki sen olacağında sevecekler” diyordu.


Odamdan çıkıp, salonda televizyon izleyen babamın yanına geçtim. İkimizden de on dakika çıt çıkmadı. Kararlıydım. Beni kabul etmelerini istiyordum. Hayatta kimse için değil, kendim için yaşamak istiyordum.
On dakikanın sonunda cahil cesaretim tavan yaptı. Bir anda, bir çırpıda söylemeliydim ki reaksiyonu az olmalıydı. Babam televizyona bakıyordu…

“Bana söylemek istediğim bir şey var mı baba?”
“Yok! Senin söylemek istediğin bir şey var mı?”
Baba, ben eşcinselim! Erkek bedenini seviyorum, ona ilgi duyuyorum. Sen nasıl kadınları seviyorsan bende erkekleri seviyorum. Toplumda böyle bir sürü insan var, ama korkuyorlar, ortaya çıkamıyorlar…”

Anlamsız ve boş bir suratla babam bana bakıyordu. O boş bakışların altında aslında ağlayan bir göz ve o gözü kapatan kocaman bir maske vardı. Çok geçmeden o da düştü. Babam ağlamaya başladı…

Kısıkça bir sesle,
“Uuf, Allahım, El alem ne der, Keşke şu an ben ölseydim”
Dedi. Ve bitmeyecek bir hikayenin kapılarını sonuna kadar açtı…


“Neler ummuştuk oysa
  uzun seferine çıkarken
                alacakaranlığında

                               BİLİNMEZLERİN”*

*Ayşe Kulin "Saklı Şiirler"-'Hasret'

8 Kasım 2013 Cuma

Açılma Hikayem -3-

Yoruldum...
Önce gerçeğimi kendime kabul ettirirken yoruldum! Sonra gizlerken... Daha sonra yüzleşirken... Kendim olmaya hakkım olduğunu anladığımda... Kendimle barışırken... Gerçeğimi başkalarına kabul ettirmeye çalışırken... Benim gibi binlerce, on binlerce insanın var olduğunu öğrenirken... Yoruldum!”**


Karşımda duran babamın yüzüne bakıp, haykırmak isterken buldum kendimi. Bunda anormal olan ne vardı ki? Benim için hakikat, gerçekti oysa…

Bana arkadaştan öte olan insandı, Gizem… Babamla salon konuşmamızın ertesi günü onu aradım. Dersteydi, açamadı. O gün ne kadar yalnız hissettim kendimi bilemezsiniz. İlkokul 2-3 civarında anlamıştım bendeki bu farklılığı. Korkmuştum kendimden, daha ne olduğunu bilmediğimden Allah’a hıçkıra hıçkıra dua etmiştim “Al içimdeki beni” diye. Daha Allah’ın ne olduğunu, kim olduğunu bilmeden, sadece yalvarmıştım günlerce... Allah benliğimi benden almadı. Tanrının kutsal ruhu dedi, bıraktı.

İlkokul ve ortaokul yıllarımda pek parlak geçmedi, minnacık çocuklar sanki anlamış gay olduğumu da bilmiş gibi hep bir ağızdan olmadık hakaretler ettiler.

İkinci kez aradım açmadı Gizem. İşte o an ilkokul çağıma döndüm. Yıllar sonra hiç olmak istemediğim bir zamana; ilkokul çağına… Yalnız benle tanıştım. Bir sürü arkadaşı olan yalnız benle…

Akşam okuldan sonra eve gittim, üzerimde kocaman ağır bir baskı… Apartmana girmeden, hemen yanındaki bir taşa oturdum. Gene Gizem’i aradım, nafileydi. Eve girmek istemiyordum. Üzerimde hissettiğim bu ağır baskı, itilmişlik ve dışlanmışlık hissi girme diyordu apartmana.

Ailem beni ben olarak görmüyor, uyuşturucu kullanan, gay barlarda takılan gay olmayan bir mahlukat olarak görüyordu. Bu ithamlar bir yere kadar kabul edilip, yenilir yutulur bir hal alabilirdi ama orada dikkat edilmesi gereken nokta ailemin beni ben olduğum için değil, hayallerindeki ben olduğum için sevmeleriydi.
Tüm cesaretimi toplayıp, apartmana girdim. İstemeye istemeye asansöre binip çıktım yukarı. Bugün ki sabah salon konuşmasının kritiği yapılacaktı illaki. Aileme yalan söylemek istemiyordum, onları  kırmak, suratlarını kızartacak hareket yapmak istemiyordum.


Onların bana dediğine göre çevreden şurdan burdan beni gay barda görenler varmış. İlaçlarımı yakalamışlar falan…  Bunların tamamen bir uydurmaca olduğunu taa o zamandan anlamalıydım ama anlayamadım işte.
Annem üzerimde baskı kurmak için babamı fişekliyor ve hiç layık olmadığım sıfatlarla beterin beterini söyletiyordu ki, ‘durum aslında o kadar beter değil ben sadece eşcinselim’ dememi bekliyordu. Ben bunu çok geç anladım ama oynanan oyun tam bir psikolojik savaştı…

Beterin beterini üzerine post gibi giymektense sadece betere razı olmaktı bana düşen…
İçeri girip odama sinmiştim. Birkaç arkadaşa mesaj attım. Bedenim o kadar ağırdı ki yerimden kalkacak halim yoktu.

“Abi merhaba ben ******, durumlar karışık. Bizimkiler benim uyuşturucu kullandığımı ve gay barlarda takıldığımı söylüyorlar. İftira atıyorlar. Kendilerine de iki –üç iftiracı kocakarı bulmuşlar, beni sıkıntı altında bırakıyorlar, noolur bir şey de, kimseyle konuşamıyorum ve iftiralar üzerimde kalacak.”

Mesaj buydu. Yığılmış bedenimin artık sakinleşmeye ihtiyacı vardı ama kalbim küt küt atıyordu. Ağır bedenimi o yataktan kaldırmak çok çok çok zordu…


Gıcık gibi kimseye ulaşamadım nihayet biri mesaj attı…

Neden benim bu saçma yaşanmışlıklarımı okuyasınız ki? Sizi değerli kılanda bu işte karşılıksız sevginiz.. Gerçekten zaman ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim. 4.bölümün devamını da okuyun lütfen. İşler karışacak..

**Ayşe Kulin Bora'nın Kitabından

7 Kasım 2013 Perşembe

Açılma Hikayem -2-


1. Bölümden hatırlayacağınız üzere duştan çıktıktan sonra babamı salonda otururken buldum. Bornozla salona gelen ben, o an anladım işte, bir şeylerin kötü gittiğini…

“Hadi üstünü giy de gel konuşalım” dedi babam. Üstümü büyük bir tereddüt ve korkuyla giyindim. Komodinin üzerine koyduğum telefona ilişti bir ara gözüm, bir sürü çamaşırın arasında ters dönmüş bir telefon… Bir anda bende şimşekler çaktı tabii “remember remember the fifth of remember” oldum… Ben o telefonu ters koymamıştım ki! Babam telefonumu kurcalamıştı, açık, net.

Salona geçtim. Babam bana bakıyordu, pek melüldü, sakin sakin “otur” dedi.
“Oğlum, biz aile olarak pek fazla bir şeyi paylaşamadık seninle, okuldan gelip doğru odana geçiyorsun, telefon elinden düşmüyor. Korkuyorum… Geçen annenle konuştuk, uyuşturucu aldığını ve gay barlara gittiğini söyledi, eve de geç geliyormuşsun. Bunları konuşmalıyız. Uyuşturucu içiyor musun?” diye bir konuşma geldi babamdan. Hayatımda aklıma Ankara’da gay bar olabileceği veya oraya gideceğim hiç geçmezdi. Bu neyin nesiydi şimdi? Sigara bile içmeyen ve hatta sigaradan nefret eden ben, neden böyle bir töhmetin altında kalıyordum ki? “Bakalım bunun da kokusu pek yakında çıkar” dedim ve gelen konuşma sırasına yanıt vermek adına konuşmaya başladım.

“Baba neden böyle bir düşünceye kapıldınız bilmiyorum ama hayatımda uyuşturucu nedir bilmem ve hiç de gay bara gitmedim” dedim. “Annemi bilirsin biraz abartır. Geçen konsere gittik, ondan geç kaldım. Eh o kadar da sosyal hayatım olsun ama dimi?” diyerekte suçsuz olduğuma inanmasını umdum. Hani gerçekten de suçsuzdum, hayatımda bir kere bile uyuşturucu kullansam ve ya gay bara gitmiş olsam içim acımayacaktı. Bu ileriki konuşmalarda bana bir zırh olacaktı emindim.

“Burutus, gay arkadaşlarınla mesajlaşıyorsun, onlara taktikler veriyorsun, telefonunda bir sürü erkek resmi var. Neden o insanlarla konuşuyorsun? Sana ne onlardan? (ağlayarak) Oğlum beni korkutuyorsun...”
Babamın ağlama konfigürasyonuna ek olarak ne diyeceğimi bilemedim. Ben sadece o insanların aktivistiyim diyebildim ve o zaten benim lafımı hemencecik böldü:

“Oğlum böyle tercihlerin mi var?”

“Hayır yok” diyebildim anca, sonuçta yanlış gelen bir soruydu. Bu işin bir tercih olmadığını, kimse böylesine zorlu bir hayatı tercih edemeyeceğini anlamalıydı. Yalan söylemediğim için içim rahattı ve “Hayır yok” diyerek olayın kapanacağını umdum ama hiç de öyle olmadı…

Bu olay ve peşi sıra gelen olaylar daha karmaşık dönemlere ve depresyonlara gebe idi…

3’ü bekleyin bebişlerim …

Sevgiler pıtırcıklar. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Koccamaaaan Öpüldünüz. Muaaah

6 Kasım 2013 Çarşamba

Açılma Hikayem _1_

My Comming Out Story...

Çok çok eski zamanlarda ki küçük bir kas gevşeticinin, tarihe gömülmüş bir salaklığın size nelere mal olacağını asla bilemezsiniz…

Efendim yıl 2011 mi 2012 mi ne. Anneciğim odama gelmiş, masamın üstünde bir küçük ilaç görmüş. Bana sormuş, “Burutus bu ne” diye, bende “çekiyorum anne, uyuşturucuya başladım” demişim. Hikaye böylece başlamış.

Çok sevgili anneciğim buna inanmış. İnternetten araştırmış ve üzerindeki simgelerden bunun extasi olduğuna inandırmış kendini. Tabiki o ilaç extasi değil, benden şüphelenen annemin hançerli koruma kılıfı o ilaç.
Tabi bunu annem yememiş içmemiş babama yetiştirmiş. Babamda gizliden gizliden 1 yıl boyunca beni araştırmış.

1 yılın sonunda bir gün odama gelen babam, çalışma masamın koltuğuna oturup; “Hadi kalk da duşa gir Burutus” diye yanıma geldi. Ben, sıradan bir gün de nasıl yapıyorsam, yataktan kalktım, duşa girdim. Hay salak ben, şifresinin bile olmadığı telefonumu o oda da bıraktım yaa la!


Tabi girmiş telefonuma, hemen de kurcalamış! Hemencecik de galeriye bakmış zaten. Erkek resimlerini görmüş, arkadaşlarla mesajlaşmalarımızı da okumuş. Kafası karışan babamı, sakinlik ve sükünetini bozmadan, kafasında deli sorularla salonda otururken buldum…